Özcü Ekofeminizm ve Yeşili Queer'leştirmek*



Yazar: Caitlin Marie Doak
Türkçeleştiren: Esra Çelik



Queer ekoloji, queer teoriden olduğu kadar ekofeminizmden de beslenir. Ekofeminist Felsefe kitabının yazarı Karen Warren, ekofeminizmin de queer teori gibi çok katmanlı bir kavram olduğunu söyler: Çeşitli feminizmlerden türeyen pek çok ekofeminizm vardır (Warren, 254). Ancak, Warren şunu da ekler: “Ekofeministler, kadınların ve doğanın tahakküm altına alınmasının birbiriyle doğrudan ilişkili olduğu ve bu baskı halinin feminizm, çevrecilik ve çevre felsefesi açısından önemi konusunda hemfikirdir” (256). İlerleyen paragrafta ise kadınlar ve doğa arasındaki ilişkinin, ekofeminizmin temeli olduğunu iddia eder. Bu ifadeler arasındaki ayrım mühimdir ve ekofeminizmi katmanlaştıran tasvirlerin farkında olmayı gerektirir.

[... ]

Val Plumwood, Feminizm ve Doğanın Hakimiyeti (Feminism and the Mastery of Nature) adlı kitabında şunu sorar: “Ekofeminizm, kaçınılmaz olarak kadın merkezli özcülüğe (gynocentric essentialism)** mi dayanmaktadır?”. Kimi ekofeminist literatürler ve konuşma dilindeki kalıplar, kadınlar ve doğa arasında fıtri bir ilişki olduğunu savunur: kadın, yeryüzüne/toprağa yakındır. “Toprak Ana” imgesiyle sıkı sıkıya bağlı olan bu argüman, kadın merkezli bir özcülüğe de işaret eder: Çocuk taşıyabilmek, doğa ve toprak ile ayrılmaz bir bağ kurmayı sağladığı gibi, kadın olmak için gereken özelliklerden biridir. Kadınlar ve doğa arasındaki bağı kutlayan ve kadın olmanın yeryüzüne/toprağa yakın olmayı zorunlu kıldığını savunan ekofeminist felsefeler, bu nedenle özcü felsefelerdir.

Ancak, kadının ve doğanın tahakküm altına alınması arasındaki ilişkiye odaklanan ekofeminizmi, anti-özcü bir ekofeminist felsefeye veya (hiç olmazsa) özcü olmayan bir yaklaşıma dönüştürmek mümkündür. Bu bakış açısına göre, her ikisinin de zulme uğramasının nedeni, kadının doğayla bir kılınıyor olmasıdır. Kadınlara ve doğaya uygulanan zulüm, bu özcü sanılar nedeniyle karşılıklı olarak birbirini pekiştirir. Her ikisi de değersizleştirilmiş ve zulme uğratılmış olur. Bu nedenle, özcü olmayan ekofeministler, kadın ve doğa arasındaki varsayılmış ilişkiyi kırmaya ve onun yerine bu kenetlenmiş zulmü alt etmeye odaklanmıştır.

Plumwood, cinsiyetçi dualizmlerin*** çoğunun esas kimlik (master identity) veya esas model (master model) olarak adlandırdığı kavramları şekillendirdiğini savunur. Anti-özcü bir ekofeminizm yaklaşımının mümkün kılınabilirliğini sorgulamak ve kurulan bu ilişkinin dualizm ile özleri nasıl bağdaştırdığını anlamak için Plumwood’un esas model kavramına getirdiği açıklamaya bakmak gerekir:
“Batıda tezahür eden insan/doğa tezatı üzerinden ortaya atılan varsayımlar, yalnızca doğaya olan dişil/feminen bağlanırlığı ve edilgenliği ifade etmekle kalmaz; doğanın/yeryüzünün beyaz ve çoğunlukla erkek olan seçkin sınıf tarafından dışlandığını ve baskılandığını vurgulayan tamamlayıcı bir bakış da üstlenir”.

Esas model, esas kimliği (her bir dualizmin baskın olan tarafını) ayrıcalıklı kılan dualizmlerin bir sistemidir. İrdelendiğinde ise, dualizmlerin birlikte nasıl işlediklerini ve kadınların, doğanın ve beyaz olmayan bireylerin uğradığı ortak zulmü desteklediklerini görmeyi mümkün kılar. Esas modelde kadınlar, doğa ve beyaz olmayan bireyler değersizleştirilir. Plumwood, ekoloji özelindeki tüm feminist duruşların temel özelliğini şöyle açıklar: “Ekofeminizm, Batı’nın geçmişinde olumsuz bir kültürel değerle bağdaştırılan ve kadınların değersizleştirilmesinin ve zulme uğramasının temeli olan kadın ve doğa arasındaki ilişkiye olumlu bir değer addeder”. Olumlu değer tanımının kadınlar ve doğa arasındaki ilişkiden bahsediyor oluşunu tartışmalı bulsam da, ekofeminist duruşların esas modelde değersizleştirilen dualizmlerin kimi yönlerine yeni değerler yüklediği konusunda hemfikirim. Yine de, ekofeminist düşüncenin, esas modelle ilişkilendirilebileceği iki yol var gibi görünüyor: değerlerin reddi ya da dualizmlerin reddi. Dualizmleri yok saymadan değerlerin reddedilmesi özcülüğü olumlar, dualizmlerin reddi ise özcülüğü reddeder.

Plumwood’un savlarına farklı yorumlar getirmek mümkündür. Bunlardan ilki, Plumwood’un da belirttiği üzere, ekofeminist teori esas kimliğin egemenliğini, diğer bir deyişle kadın ve doğa arasındaki bağı kutlarken eril, rasyonel, beyaz, baskıcı kimliğin dualistik (ikicil) karşıtlarından daha güçlü olduğu düşüncesini reddetmek anlamına gelir. Bu yorumdan hareketle, Plumwood dualizmleri esas model üzerinden açıklamayı başarmıştır, ki bu yaklaşım da dualizmlerin ve kadın ve doğa hakkında ortaya atılan özcü iddiaların eleştirilmesinden ziyade, doğal ve dişi olana yeni bir değer yüklemekle yetinir. Plumwood esas modeli açıklar ve dualizmlere dokunmadan değerlendirmeyi tersine döndürerek [esas modeli] reddeder. İkinci ihtimal ise şöyledir:

Esas modelle kurulan anti-özcü bir ilişki, baskıcı kimliğin, dualistik karşıtlarından daha güçlü olduğu düşüncesini reddederken, esas modeli oluşturan dualizmleri de yok saymış olur. Greta Gaard, Queer Bir Ekofeminizme Doğru (Toward a Queer Ecofeminism) başlıklı çalışmasında, Plumwood’un esas modeli ile queer teori üzerinden bir ilişki kurar ve ekofeminizmlerin temel özelliklerine bir yenisini ekleyerek şunu iddia eder: “Ekofeminizm, pek çok baskı/tahakküm sisteminin karşılıklı olarak birbirini beslediği kavrayışı üzerine kurulur”. Gaard, bu savıyla birbiriyle örtüşen baskı biçimlerine odaklansa da kadınlar ve doğa arasındaki özcü ilişkiyi barındıran bir ekofeminizm yorumunu reddetmiş olur. Esas model tarafından dayatılan dualizmlerde baskın taraf olan heteroseksizmi tartışır ve kadınların ve doğanın değersizleştirilmesini, erotik olanın değersizleştirilmesi ile karşılaştırır. Böylece, Plumwood’un kuramından farklı olarak, queer ve cinsellik odaklı bir yaklaşım da önerir:

“Bir queer ekofeminist bakış açısıyla, kadınları, hayvanları, doğayı ve cinselliği değersizleştiren bir kültürde LGBTİ+ bireylerin nasıl dişilleştirildiğini, canavarlaştırıldığını, erotikleştirildiğini ve sindirildiğini sorgulayabiliriz. Beyaz olmayan bireylerin de nasıl dişilleştirildiğini, canavarlaştırıldığını, erotikleştirildiğini ve sindirildiğini sorgulayabiliriz. Ve nihayetinde, doğanın nasıl dişilleştirildiğini, erotikleştirildiğini ve hatta queer'leştirdiğini keşfetmiş oluruz” (Gaard, 119).

Ancak, ‘queer’ üzerindeki baskıyı tartışmak queer ekofeminizmi gerçekleştirmek için yeterli değildir.

Gaard, Mortimer-Sandilands’dan şöyle bir alıntı yapar: “Heteroseksizmi, basitçe, doğayla ilişkilerimizi şekillendiren tahakkümler listesine eklemek o kadar da kolay değildir, tıpkı yalnızca “queer meseleleri ve yapıları” (add queers and stir) konuşarak mevcut durumun üstesinden gelemeyeceğimiz gibi. Gaard, ekofeminist felsefeyi genellikle dualistik tahakküm üzerinden ilerlediği ve dualizmlerin kendisini parçalamadan tahakkümlerin birbiriyle bağını onayladığı için eleştirir. Queer teori, queer olana yeniden değer biçmekle kalmaz, queer'liği ve diğer bastırılmış kimlikleri değersizleştiren yapıları queer'leştirir. Gaard, queer ekofeminizmin esas modeldeki bu dualizmlerin işleyişinin farkında olması ve ikili karşıtlıklarının queer'leştirilmesi veya bozulması gerektiğini savunur. Bu, yalnızca esas modeli değil, altında yatan dualizmleri de reddeden bir queer ekofeminizm anlamına gelir. Queer sözcüğünü yorumlamaya devam ettiğimizde, Gaard queer ekofeminizmi ekofeminizmin queer'leştirilmesine kadar götürür. Böylelikle, anti-özcülüğü varolan bir dünya görüşü olarak aklına tutan ve yalnızca özcüleştirmemeye odaklanan bir anti-özcü ekofeminist duruş değil; ekolojik düşüncede öne çıkan dualizmleri queer'leştirmek için queer ekolojinin felsefik uğraşları ile uyumlanan queer'leştirilmiş bir ekofeminizm yaratısı sunar.


*http://bianet.org/bianet/bianet/139401-kuirler-yeserebilir-mi-yesiller-kuirlesebilir-mi

**Özcülük: Örneğin, “kadın” üzerinden inşa edilen özcü bir yaklaşımda, kadın olmanın rahme sahip olmakla özdeşleştirildiğini ve bu sahip oluşun kadın olmanın özelliklerinden biri olduğu kabulü vardır. Kadın olmak-lık üzerinden kurulan bu özcü bakış, kadınlık için rahmi şart koşar. (Metnin önceki bölümlerinden alınmıştır.)

***Dualizm: Dualizm, birbirine karşıt iki grubun/oluşun arasında mutlak bir ayrıma işaret eder. Bir ‘şey’ yalnızca tek bir gruba ait olabilir ve bu ayrıma varmak için belli özellikler aranır. Diğer bir deyişle, dualizmin her iki unsurunu da tanımlayan temel özellikler olduğu varsayılır. (Metnin önceki bölümlerinden alınmıştır.)


Kaynak: https://scholar.dickinson.edu/cgi/viewcontent.cgi?article=1229&context=student_honors

Yorumlar

Popüler Yayınlar